Şiddeti Yargılama Değil Anlama Zamanı

 “Eğer toplum bir tehdit altındaysa bu, insandaki saldırganlıktan değil; bireylerdeki kişisel saldırganlığın bastırılmasından kaynaklanır.” (Winnicott, 1950, s.5). 

Şiddet her yerde…

Çocuklukta, ilişkilerde, ailede, okulda, sokakta, yan dairede ya da iş yerinde… Tam olarak şu anda dünyanın herhangi bir yerinde bir çocuk ya da bir kadın psikolojik veya fiziksel şiddete maruz kalıyor.

Belki biliyor ancak sineye çekiyor ve tepki veremiyor, belki de ona karşı çıkıp savaşabiliyor. Belki de yaşadığı şeyin şiddet olduğunu fark edemiyor ya da sadece kendisine uyguladığı şiddetin mağduru ama bunu göremiyor. 

Şiddet; Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından, ‘’Fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit veya gerçeklik biçiminde bir başkasına uygulanması sonucunda maruz kalan kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zarara yol açması ya da açma olasılığı bulunması’’ olarak tanımlanıyor. 

Diğer bir ifadeyle şiddet; insanın içinde derin yaralara ve acılara neden olabilen, dünyanın güvenilir olduğuna dair inancını yıkabilen travmatik deneyimlerdir. Şiddet acı çeken, bütün olmamış bir ruhun yardım yakarışı ve ben buradayım deme yöntemidir. 

Fiziksel, cinsel, psikolojik, ekonomik şekilde sınıflandırılan şiddet birçok farklı kişi ve gruplar arasında görülebiliyor. Özellikle son dönemlerde artan aile içi şiddet, kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarları ile beraber; yaşlılara, LGBT bireylere, mültecilere, engellilere uygulanan şiddete de sıklıkla rastlanıyor.

Her gün kadın cinayetleri ve tecavüz haberleri ile karşılaşıyoruz. Kadınlar sadece fiziksel değil; duygusal, ekonomik ve cinsel olarak da baskı ve tehdit altındalar. Bunların sonucunda yaşadıkları suçluluk, yalnızlık, çaresizlik, acizlik, korku, güvensizlik ve aşağılanma duyguları ile kendilerine de zarar vermek istiyorlar. Yoğun biçimde şiddete maruz kalan bireylerde anksiyete bozuklukları, depresyon, travma sonrası veya akut stres bozukluğu ya da alkol madde bağımlılıkları gibi birçok ruhsal bozukluk meydana geliyor. Ne yazık ki pek çok mağdur da utandığı veya şiddeti tekrar yaşamaktan korktuğu için yardım isteyemiyor.  

Dünya artık yeni bir döneme girdi. Şiddetin normalleştirilemeyeceği, kadın ve erkeğin eşit muamele gördüğü daha aydınlık bir döneme. Toplum bilinci uyanmaya, şiddet mağdurları yardım çığlıklarında bulunmaya, buna tanık olanlar ise ayaklanmaya başladı. 

Ancak yolun daha çok başındayız ve köklü bir değişime ihtiyaç var. Toplumsal seviyede şiddet farkındalığının artması amacıyla eğitimler verilmesi, ailelerin çocuklarını yetiştirme konusunda bilinçlendirilmesi, çocuklara toplumsal cinsiyet eşitliğinin öğretilmesi, sadece şiddet mağdurları değil; şiddet eğilimi gösteren kişilerin de uzman desteği alması gereken uzun bir yol. Şiddet uygulayanı yargılayıp ona cezalar vermenin çözüm olmadığı, şiddetin altında yatan nedeni anlamanın ve tedavi etmenin zorunlu olduğu bir yol… 

Şiddetin Altında Yatan Nedenler Nelerdir?

Şiddetin Altında Yatan Nedenler Nelerdir? 

İnsan, ne zaman ne yapacağı belli olmayan kompleks bir varlıktır. Haliyle onu tam olarak anlamak da sonu gelmeyen bir kitabı okumak gibidir. Psikolojik yönü olduğu kadar sosyal ve fizyolojik yönü de vardır. Bu nedenle şiddeti anlamak için kişiyi her açıdan incelemek gerekmektedir. 

Şiddetin psikolojik kökenleri incelendiğinde tarih boyunca birçok kuramcı saldırganlığa farklı yaklaşımlarda bulunmuşlardır. Davranışçılar şiddetin öğrenilmiş bir koşullanma olduğunu söylerken psikanalist yaklaşımda Freud’a göre ise saldırganlık; insanın doğuştan sahip olduğu iki temel içgüdüden biri olan bastırılmış ölüm içgüdüsünün kişinin kendi dışındaki birey ya da objelere yöneltilmesidir.  Winnicott da benzer şekilde saldırganlığın doğuştan ya da kişilik bütünleşmesinden önce var olduğunu söylemektedir. Şiddeti anlamlandırma yolunda yapılan Milgram Deneyleri de şiddetin toplumsal yönüne dikkat çeken çalışmalar olmuştur. Adler’e göre toplumsallık duygusunun eksikliği ve amaçsızlığı; Sosyal Kimlik Kuramına göre de ötekileştirme kavramı saldırganlığa zemin hazırlamaktır. 

Biyolojik Etkenler

1-Biyolojik Etkenler 

Yapılan araştırmalar gösteriyor ki, şiddet eğilimi olan ve saldırgan davranışlar gösteren bireylerin sağlıklı bireylere göre limbik sistem, frontal lob ve temporal loblarında farklılıklar gözlemlenmiştir. Endokrin sisteminde ve serotonin metabolizmasında yaşanan değişiklikler, beyin omurilik sıvısındaki ‘5-hidroksiindolasetikasit’ maddesinin azalması; ‘norepinefrin’ ve ‘L-dopa’ seviyesinin artması şiddet eğilimini de artırmaktadır. Aynı zamanda yoğun alkol ve madde kullanımı da dürtü kontrolü ve muhakeme yeteneğinin azalmasına yol açarak saldırgan davranışlara neden olmaktadır.  

Psikososyal Etkenler

2-Psikososyal Etkenler 

Çocukluk döneminde aile içi şiddete maruz kalan ya da tanık olan bireyler şiddeti bir iletişim yolu olarak öğrenir ve bu bireylerin ileriki dönemlerde de şiddet uygulama eğilimi artar. Kısacası, şiddetin şiddeti doğurduğu kısır bir döngü oluşur.  Şiddetin uzun ve bir şekilde devam etmesi çocuklarda bir takım ruhsal sorunlar ve travmalar meydana gelir.  Erkek çocuklar; yaşadıkları acizlik, aşağılanma ve çaresizlik duyguları ile gelecekte başkalarına şiddet uygularken, kız çocuklar da kendilerine uygulanan şiddete bilinçli ya da bilinçsiz olarak boyun eğerler. 

Sosyoekonomik Etkenler

3-Sosyoekonomik Etkenler 

İçinde bulunduğumuz ataerkil toplum içerisinde; toplumsal cinsiyetin erkeğe atfettiği bazı özellikler, şiddet ile yakından ilişkilidir. Erkekler güçlü olmak zorundadır, kadınlardan üstündür, aileyi korumak ve bakmak zorundadır gibi algılar onların bu davranışlarını da desteklemektedir. Aynı zamanda erkeğin sahip olduğu düşük sosyoekonomik ve eğitim seviyesi, evlilik hayatında yaşanan sorunlar veya işsizlik de şiddete olan eğilimi artırmaktadır. 

Psikiyatrik Etkenler

4-Psikiyatrik Etkenler

Manik tipteki bipolar bozukluk, şizofreni, paranoid bozukluklar, tramva sonrası stres bozukluğu, borderline ve antisosyal kişilik bozuklukları görülen bireylerde hem çevreye hem de kendilerine yönelik şiddet eğilimi ve saldırgan davranışlarda artış gözlemlenmektedir. 

Cansın Coşkunyürek
Psikolog