“Çalışkan” olmak… Bizlere çocukluğumuzdan bu yana; aile bireylerimiz, öğretmenlerimiz, çevremiz, arkadaşlarımız, patronumuz ve tüm çevremiz tarafından çok çalışmamız tükenmek bilmeyen bir enerji ile zamanımızın büyük bir çoğunluğunu çalışmaya ayırmamız gerektiği öğretildi. Çalışmadan başarmanın mümkün olmayacağı hatta her çalışmanın eninde sonunda bizi mutlaka başarıya götüreceği söylendi. Olmuyor mu? Olmuyorsa daha çok çalışmak gerek dendi. Karıncayı övdüğümüz, ağustos böceğini yerdiğimiz hikayelerden başlayarak, altın madalyon gibi göğsümüzde bir gurur olarak taşıdığımız bu çalışkanlık, aynı zamanda bize karşı bir tehdit olabilir mi? Madalyonun diğer yüzü bize neler anlatıyor? Gelin beraber inceleyelim.
Neden “Çok Çalışmalıyım”?
Dünya uyumuyor, büyüyor, gelişiyor ve her yeni bir gün bambaşka biri oluyor. Gelişen dünya ile birlikte farklı fırsatlar ve farklı imkanlar da ortaya çıkıyor. Rekabet artıyor ve bu kocaman dünyada herkes “biri” olabilmek için tüm gücüyle çabalıyor. Ben duruyorum ama o devam ediyorsa, ben de durmamalıyım. Benim eğlenmeye ihtiyacım var ama o çalışıyorsa ben de çalışmalıyım… İnsanoğlu var olduğu ilk andan itibaren tüm savaşını en temelinde “hayatta kalmak” uğruna verdi. Ve bugün sen “hayatta kalmak” istiyorsan savaşmalı… Çok pardon çalışmalısın. Hem de hiç durmadan.
Günümüze ayak uydurmak, hedeflerimize ulaşmak ve başarılı olmak sanıldığı ve söylendiği gibi basit değil. Bitmeyen hedefler ve göreceli başarı tanımlarının içerisinde “biri” olmak yeterli gelmeyebiliyor. İnsan “biri” olduğunda “başka biri” olmanın arzusu içerisinde çalışmaya devam ediyor. Tam olarak burada göz ardı edilenler ise hedeflenen başarıların gerçekleşmiş olduğu, akıp giden zaman ve çok çalışmanın psikolojimiz üzerindeki olumsuz etkileri oluyor.
Fazla Çalışmanın İnsan Psikolojisi Üzerindeki Etkileri
Aşırı çalışma ya da iş ile fazla meşguliyet her zaman hedeflenen nihai sonuca varmak veya en zirvede olmak anlamına gelmiyor. Günümüzde yapılan araştırmalara göre uzun saatler boyunca iş ile meşgul olmak, verimlilik düzeyini artırmaktan ziyade düşürüyor. Çalışma saatlerinin kısaltılması sonucunda ise işteki verimliliğin ve üretkenliğin artığı gözlemleniyor.
Uzun saatler boyu çalışıyor olmak bizlere daima başarıyı getirmediği gibi birtakım olumsuz etkilere de neden olabiliyor. Aile bireylerimizle, arkadaşlarımızla vakit geçiremediğimiz ve paylaşımda bulanamadığımız günlerin artması, bizleri yalnızlık duygusunun derinliklerine itebiliyor. Daha depresif ve endişeli hissettiğimiz günlerin artmasına, yaşanılan andan alınan zevkin azalmasına doğru bizleri itiyor. Kendimizi yaşamımızdan tatmin olmadığımız ve her şeyin anlamsız geldiği bir çukurun içerisine düşmüş buluveriyoruz. Yoğun bir çalışma temposunda, “Her şey yolunda gidiyor, peki içimdeki bu huzursuzluk ne?” gibi soruların cevabını düşünerek kayboluyoruz. Günler uzuyor, zaman geçiyor ve tükenmişlik duygusu kapımızı çalıyor.
Tüm bu yalıtılmışlıkla beraber, ruh sağlığı alanındaki araştırmalar bizlere herhangi bir işe karşı yapılan mesainin artmasının başarı beklentisini artırdığını gösteriyor. Bu bulgu, uzun saatler çalışmanın verimliliği düşürdüğü sonucu ile birleştiğinde başarı beklentisi yüksek olan bireylerin başarısızlık inançlarının, öz güven düşüklüğünün, içe kapanmanın artması gibi insanı ruhsal anlamda strese boğan durumların oluşmasını farklı bir bakışla ele alır nitelikte.
Başarılı olmak yalnızca çalışmak ile değil; birçok farklı değişkenin bir araya gelmesi ile kendini gösteriyor. Malcolm Gladwell’in Outliers kitabında belirttiğine göre yıldız hokey oyuncularının genellikle yılın ilk aylarında doğduğu gözlemleniyor. Bu durumun bir tesadüf olmadığına inanılıp sebepleri araştırıldığında, küçük yaşlarda fiziksel gelişimin çok hızlı olmasıyla 3-4 ay arayla doğan çocukların aralarındaki fiziksel gelişim farklılığından dolayı yılın ilk aylarında doğan çocukların daha fazla ön plana çıktığı bulunuyor. Kısaca bir yıldız hokey oyuncusu olarak başarılı olabilmeniz için yılın ilk aylarında doğmanız önemli…
Pandemi Sürecinde Evden Çalışma
Pandemi sürecinin etkisi ile hepimiz evlerimize çekilip şu an da bakmakta olduğunuz ekranlar üzerinden çalışmaya başladık. Bildiğimiz en iyi şey çalışmak ve salgın hastalık sürecinde sosyal ortamlarımızdan kopuk bir biçimde, artan çalışma saatleri ile günlerimizi geçirmeye devam etmekteyiz. Bu sürede artan yalnızlık duyguları ve içe çekilme ile beraber çalışma saatlerimizin düzeni, çalışma şeklimiz, dikkatimiz, düşüncelerimiz ve duygularımız bu süreçten etkilenmeye devam ediyor.
Eskiden boş zamanlarımızı değerlendirdiğimiz ve dinlendiğimiz evlerimiz, şu an ofislerimiz haline gelmiş durumda. İnternet bağlantısının istenen kalitede olmaması, evde çalışma alanına uygun bir ortamın bulunamaması, konsantrasyonun sağlanmasında yaşanılan güçlükler, iş arkadaşları ve sosyal çevre ile paylaşımın azalması bizleri etkileyen stres faktörlerinin başında gelmekte. İş ile olan meşguliyetin artması ve aşırı çalışma ise boş zamanlarımızı değerlendirdiğimiz evlerimizin artık birer çalışma alanı haline geldiğini bizlere gösteriyor.
Gözle görülmeyen, dokunulamayan veya kokusu olmayan duygu ve düşünceler bazen fark edilemeyebiliyor. Anksiyete ve depresif duygular, yorgunluk, tükenmişlik, öz güvenin düşmesi, performans kaygısı gibi ruh sağlığımıza etki eden bu unsurlar yaşanılan tüm duygularınızın ve düşüncelerinizin çok ufak bir parçası. Ancak tüm bu yaşanan duygu ve düşüncelerle başa çıkmak elbette mümkün.
İlk basamak, bireyin kendisini dinlemesi ve fark etmesi ile başlıyor. Ne hissettiği ve nasıl bir sürecin içerisinde olduğu; kısacası tüm tabloyu görebilmekle atılan bu ilk adım “Çok çalışırsam başarılı olurum.”, “Hayallerime ulaşmak istiyorsam durmadan çalışmalıyım.” gibi kalıpların dışına çıkartıyor; insan olduğumuzu ve ihtiyaçlarımızı bize hatırlatıyor.
Yaşadığınız bu kısır döngü ile baş etmek ve hem daha verimli hem de daha huzurlu bir hayat için bizler ruh sağlığı çalışanları olarak sizlerin yanınızdayız. Yaşam kalitenizi artırmak ve kendinizi tanımak adına atacağınız bu adım size satın alınamayan zamanı kullanmanızda lider olacaktır.